12-13 Haziran 2010 tarihlerinde yapılan Türkiye Barolar Birliği Olağanüstü Genel Kurulu sonrası seçim sonuçları; Seçime Katılan Delege Sayısı : 399 Oy Kullanan Delege Sayısı : 385 Geçerli Oy Sayısı : 383 Geçersiz Oy Sayısı : 2       TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKAN ADAYI ANKARA BAROSU BAŞKANI AVUKAT VEDAT AHSEN COŞAR'IN 12.06.2010 TARİHİNDE YAPILAN OLAĞANÜSTÜ GENEL KURUL KONUŞMASI   Sayın Divan Başkanı, Sayın Üyeler, Türkiye Barolar Birliği'nin Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri,   Değerli Delegeler, Sevgili Meslektaşlarım,   Sayın Konuklar, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, değerli başkanımız, üstadımız rahmetli Özdemir Özok'ın aziz anısı önünde saygıyla eğiliyor, genel kurulumuzun mesleğimiz için, meslektaşlarımız, Barolarımız için, Birliğimiz ve ülkemiz için yararlı olmasını, bizlere iyilikler, güzellikler, yeni açılar ve açılımlar getirmesini diliyorum. Bir şey daha diliyorum, değerli Başkan Adayı arkadaşlarıma başarılar diliyorum.         Değerli Meslektaşlarım, Seçimle ilgili olarak hazırladığım ve sizlere gönderdiğim kitapçıkta, Barolar Birliği Başkanlığı'na neden aday olduğumu, seçildiğim takdirde beraber görev yapacağım arkadaşlarımla birlikte önümüze pozitif hedef olarak neleri koyduğumu sunduğum için bu konuşmamda bunların üzerinde durmayacağım. Konuşmama Montaigne'den azıcık değiştirerek ödünç aldığım şu sözlerle başlamak istiyorum: "Bütün söyleyeceklerim karşılıklı bir sohbettir, hiç birisi öğüt veya telkin niteliğinde değildir ve esasen bu haddim de değildir. Bu kadar özgürce konuşabiliyorsam bu, sizlerin bana inanmakta veya inanmamakta özgür olmanızdandır. "   Bunu özellikle bilmenizi isterim.  Değerli Meslektaşlarım, Aranızda beni çok yakından tanıyanlar var, az tanıyanlar var, hiç tanımayan, tanıyamayanlar var, beni, benden değil, başkalarından dinleyerek tanıyanlar var. Sizlerden destek isteyen, sizlerin oylarına talip olan bir aday olarak, sizlerin beni tanımak istemeniz en doğal hakkınız. Benim de görevim kendimi sizlere tanıtmak. Onun için sözlerime, tarzım olmamasına karşın, beni bağışlamanız dileğiyle biraz kendimden söz ederek başlamak istiyorum. Ben kimim? İnsan olarak kimim, avukat olarak kimim, siyasi kimlik olarak kimim? Sevgili Meslektaşlarım, Hepimizin çok iyi bildiği üzere, ne kadar özgür ve özerk olduğumuz yaşadığımız toplumun siyasi düzenine, bu düzenin özgürlüklerini koruma konusunda tetikte olmamıza bağlıdır. Ne kadar uzun yaşayacağımız genetik yapımıza, sahip olduğumuz sağlık hizmetlerinin niteliğine bağlıdır. Ne kadar iyi yaşadığımız, yani ne kadar anlayışlı, ne kadar mertçe, ne kadar erdemli bir şekilde, ne kadar keyifle, ne kadar sevgi ile yaşadığımız, hem felsefemize, hem de bu felsefeyi ne kadar içselleştirip yaşamımıza uygulayabilmemize bağlıdır. Sorgulanmış bir hayat, daha iyi bir hayattır. Kişi olarak ben böyle bir hayata sahibim. Onun için kimileri gibi Prozac'ı değil, en az sizler kadar Sokrates'i tercih eden biriyim.             Bu birincisi, ikincisi şairin ifade ettiği gibi; Ufak şeylerden zevk alan,   Lüks yerine, sadeliği, zarafeti arayan, Saygı gösteren, Saygı isteyen, Önemli olmak yerine, değerli olmayı, Zengin olmak yerine, kimseye muhtaç olmamayı seçen, Sıkı çalışan, Sessizce düşünen, Dürüst konuşan, Açık sözlü ve içten olan, Yıldızları seyreden, Şiirleri, şarkıları, kuşları, bebekleri, bilgeleri açık kalple dinleyen, İnsan olarak bütün hikayesi bu olan biriyim.     Yani sizler gibiyim, içinizden biriyim. Değerli Meslektaşlarım, Peki! Avukat Vedat Ahsen Coşar kim? İnsan Vedat Ahsen Coşar konusunda olduğu gibi, bu konuda da herhangi bir spekülasyon, bana yönelik bir haksızlık yok. Aksine tanıyan tanımayan hemen herkes, benim mesleğimde başarılı, ciddi, sorumlu ve çalışkan olduğum, mesleğimi özenle, meslek kurallarına uygun olarak yaptığım konusunda mutabık. Ankara Barosu Başkanı olarak görev yaptığım süre içerisinde arkadaşlarımla birlikte önemli hizmetler yaptığımız, bizden önceki yönetimlerden aldığımız iyi mirasın üzerine çok şey kattığımız, bu bağlamda Ankara Barosu'nu sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde saygınlığı olan bir baro konumuna, hemen her konuda öncülük yapan, ülkemiz barolarına örnek ve destek olan lider bir baro durumuna getirdiğimiz hususunda hemen herkes hem fikir. Siyasal kimliğime gelince; üzülerek ifade etmem gerekir ki, bu konuda spekülasyon çok. Haksızlık daha da çok. Kimilerine göre liberalim, kimilerine göre neo-liberalim, kimilerine göre ikinci cumhuriyetçiyim, kimilerine göre özgürlük budalasıyım. Ama ben bunların hiçbirisi değilim. O halde kimim? Ben önce adamım, en az sizler kadar adamım. Sonra yine sizler gibi demokratım. Daha sonra da bir kısmınız gibi sosyal demokratım.    Değerli Meslektaşlarım, 17 ve 18. Yüzyıllarda bir siyasal teori olarak gelişen ve esas itibarı ile doğal hukuk ve insan hakları teorisiyle, sosyal sözleşme ve anayasacılık teorilerine dayanan liberalizm bir entelektüel birikimin adıdır. Daha sonraki süreçte siyasal-toplumsal bir öğreti olarak ortaya çıkan muhafazakarlık ile sol olarak kendini ifade eden siyasi ve felsefi duruş, liberalizme karşı bir tepki olarak gelişmiş olmakla birlikte, liberalizmin kimi değerlerini kendisine esas almıştır. Bu bağlamda, demokrasi uygarlığımızın kimi değerlerini liberal ilkeler  oluşturur.   Bu bağlamda ifade etmem gerekir ise eğer, sizler gibi ben de insan haklarını, hukuk devletini, anayasal devleti, hukukun üstünlüğünü, birey hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için siyasal iktidarın sınırlandırılmasını öngören anayasacılığı, bu amaca hizmet eden kuvvetler ayrılığını doktrinini savunuyorum Sadece bunları değil, negatif hak ve özgürlükleri, yani ifade ve düşünce özgürlüğünü, din ve vicdan özgürlüğünü, özel hayatın gizliliğini ve korunmasını, basın özgürlüğünü, konut dokunulmazlığını, mülkiyet hakkını, diğer sivil hak ve özgürlükleri savunuyorum Ahlaki eşitlik ilkesini, dünyanın rasyonel bir yapısı olduğunu ve insan aklının eleştirel yolla bunları bulabileceğini, ilerleme fikrini, insanların anlaşmazlıklarını kan dökme veya savaş yerine tartışma ve ikna yoluyla çözebilme yeteneğine sahip olduklarını, hoşgörüyü, yönetimin yönetilenlerin rızasına dayanması gerektiğini savunuyorum. Bütün bunları sadece ben değil, beni liberal olmakla, ikinci cumhuriyetçi olmakla suçlayan değerli muhaliflerim de savunuyorlar. Neden benimle aynı değerleri savunan, aynı referansları kullanan sizler, sağcı, solcu, muhafazakar oluyorsunuz, beni liberal olmakla, ikinci cumhuriyetçi olmakla suçlayanlar solcu, sosyal demokrat oluyorlar da ben liberal oluyorum? Doğrusu bunu anlayabilmiş değilim. Ben de sizler gibi, sayın muhaliflerim gibi klasik liberalizmin devlet karşısındaki negatif tutumuna karşıyım. Toplumsal sorunların piyasa içinde çözüleceğini, adaletin piyasanın doğal işleyişi içinde gerçekleşeceğini varsayan iktisadi liberalizme, klasik liberalizmin güncelleştirilmiş türü olan, merkezine sadece bireyi ve piyasayı koyan neo-liberalizme, sizler kadar, sayın muhaliflerim kadar karşıyım. Klasik liberalizme yönelik haklı eleştirilere bağlı olarak ve özellikle 19.Yüzyıldan sonra Marks'ın, Kant'ın ve Hegel'in idealist felsefesinden etkilenerek geliştirilen pozitif özgürlük anlayışını temel alan bir yaklaşımla, devletin rolünü artıran ve ona pozitif görevler yükleyen sosyal devlet anlayışını, bu bağlamda eğitim ve öğrenim hakkı, çalışma hakkı, çalışma ve sözleşme yapma özgürlüğü, sendika kurma hakkı, sendikal faaliyette bulunma özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi hakkı, grev hakkı, ücrette adalet sağlanması, sağlık hakkı gibi pozitif hak ve özgürlükleri sizler gibi, bana muhalif olanlar gibi ben de savunuyorum. Bütün bunları savunanlar, yani sizler, benim sayın muhaliflerim, sağcı veya solcu oluyorsunuz, liberal, ikinci cumhuriyetçi olmuyorsunuz da neden ben liberal veya ikinci cumhuriyetçi oluyorum. Herhalde bunda bir yanlışlık olsa gerekir. Yeri gelmişken bir şeye daha açıklık getireyim. Sosyal demokratım demiştim, izninizle onu da açıklayayım. Bana muhalif olanlar ne kadar bilirler bilmiyorum, bilmediğim için kendilerine haksızlık etmek istemiyorum ama klasik liberalizm piyasaya, fundamentalist sosyalizm ortak mülkiyete dayanır. Klasik liberalizmin merkezinde birey, fundamentalist sosyalizmin merkezinde devlet ve toplum vardır. Sosyal demokrasi piyasa ile devlet, birey ile toplum arasındaki dengeyi savunur. Ben de bunu savunuyorum. Bir diğer husus, bizler, bir siyasi partiye genel başkan veya il başkanı seçmek için mi, yoksa bir meslek kuruluşuna başkan seçmek için mi toplandık?  Değerli Meslektaşlarım, Özgürlük sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir kavramdır, sadece edinilmiş haklar toplamı değil, bir süreçtir. O nedenle özgürlük sadece hukuki bir varsayımdan ibaret görülemez. Zira özgürlük, aynı zamanda sorumluluktur. İnsani yaratıcılığa sahip çıkmaktır, onu geliştirmektir, zenginleştirmektir. Özgürlük aynı zamanda fiili bir imkanı ifade eder, bireyin toplum içinde üretilen değerlerden pay almasını öngörür. O nedenle devletin görevi, bu anlamda özgür bir toplumun varlığını desteklemektir.  İnsan tasavvurundan türetilen bir fikirdir özgürlük. Ama elbette mutlak değildir. Onun için ben de en az sizler kadar, bana muhalif olanlar kadar, ne bireysel özgürlüğü mutlaklaştırıyorum, ne de topluluğun özgürlüğüne bireylerin özgürlüğünü aşan mutlak bir üstünlük atfediyorum. Aksine özgürlüğün hem kişisel ve hem de kişiler arası boyutlarını, bunların karşılıklı etkileşimini dikkate alarak hepsini birlikte değerlendiriyorum. Yani öyle birilerinin iddia ettikleri gibi özgürlük budalası falan değilim. Yeri gelmiş iken ifade edeyim, sevgili muhaliflerimin babaları onlara öğütledi mi bilmiyorum, ama bana babam, fakir ol demedi, zengin de ol demedi, özgür ol dedi. Ben de babamın bu vasiyetini yerine getiriyorum, bu bağlamda hem kendi özgürlüğümü ve bireysel özerkliğimi koruyorum, hem de başkalarının özgürlüklerine saygı duyuyorum.   Özgürlük fikri dışında bana babamdan bir şey daha miras kaldı. O da Cumhuriyet sevgisidir, yurt sevgisidir. Onun için ben; demokrasi, sivil, siyasal ve bireysel özgürlükler ve hukuk devleti ile bunların omurgasını oluşturan ve Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği en temel ilkelerden birisi olan laiklik ilkesine sizler kadar bağlıyım. Laik değerlerin sadece düzene, rejime ve sisteme ilişkin alanda biçimsel demokrasinin işlemesi ve hukukun şeklen var olması ile sınırlı olmadığına, aksine toplumsal yaşamı bir arada tutan, toplumun demokrasi, hukuk ve özgürlükler temelinde bir arada yaşamasını ve varlığını sürdürmesini sağlayan en temel değer olduğuna inanıyorum. Böyle bir kültürel ve siyasal mirastan gelen bir kişi olarak, bu temel değerlere inanmanın ve bunlara sahip çıkmanın hiç kimsenin tekelinde, hele hele bana muhalif olanların tekelinde hiç olmadığını özellikle bilmenizi istiyorum.  O siyasal ve kültürel mirasın sahibi olmamdan dolayı, benim için bir tek Cumhuriyet vardır. O da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tanımladığı cumhuriyettir. Yani "demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir." Yani ikinci bir Cumhuriyet yoktur. Cumhuriyeti numaralandırmak, Cumhuriyetlerini beş kez yıkıp, beş kez yeniden kuran Fransızlara ait bir gelenektir, dünyada başkaca bir örneği de yoktur. Ama onlar da bundan bir yarar sağlayamadıkları için vazgeçmişlerdir. Türkiye'de Cumhuriyeti ilk numaralandıran ise, çok ilginçtir, Cumhuriyet Gazetesi'dir. Açın Cumhuriyet Gazetesi'nin 1961 Anayasası'nın halk tarafından kabul edildiği günün bir sonraki tarihli nüshasını bunun böyle olduğunu görürsünüz.   Değerli Meslektaşlarım, Benim buraya kadar benimsediğimi ifade ettiğim değerler, siyasi görüşleri ve tercihleri her ne olursa olsun burada bulunan hemen herkesin benimsediği, paylaştığı değerlerdir, ilkelerdir. O nedenle bunlar, solun veya sağın veya liberallerin, hele hele bana muhalif olan muhterem zevatın tekelinde olan değerler değildir. Ama sorun bu da değildir, bana göre sorun, demokrasiyle, özgürlüklerle, hukukla, hukuk devletiyle, insan haklarıyla ilgili standartların Türkiye'de yerleşmesinin kimilerinin işine gelmemesidir. Bu konumda olanların kendilerine ve bizlere biçtikleri rol, Kurtlar Vadisi'ndeki Polat Alemdar rolüdür. Bu rolü biçenler, kendilerini içinde güvende hissettikleri, ama artık Türkiye'nin gereksinimlerini karşılamayan statükonun devamını onun için istiyorlar. Bunun yerine geçecek, çağdaş uygarlığı yansıtacak bir Türkiye'nin inşasını istemiyorlar. İşin komik yanı ise bunu "Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum" diyen, bana göre aşılmış değil, ulaşılması gereken bir değer olan Büyük Atatürk ve muasır medeniyet adına yapıyor olmalarıdır. Değerli Meslektaşlarım, Demokrasi, bütünleşmeyle, yani her şeyden önce siyasal tercih özgürlüğünü öncelikle kabul eden yurttaşlıkla, kimliklere, gereksinimlere ve haklara saygıyı bağdaştırmayı gerektirir. Esasen bireysel tercihlere, muhalif görüşlere saygı ile inanç ve aidiyetlerin birlikteliği sağlanmadan, yurttaşlık, yani hukuk üstüne kurulu bir topluluğa aidiyet bilinci oluşmadan demokrasi sağlıklı biçimde işlemez. Demokrasi, farklılığa tahammül etmek değildir. Zira tahammül edilmez ise kavga çıkar. Demokrasi farklılığı, farklı olma hakkını kurucu unsur olarak kabul etmektir. Hiç kimse hakikat tekeline sahip olmamakla, hiç kimsenin karşısında hazır olda duracağı bir siyasi görüş ve tercih bulunmamakla, hangi siyasi görüşe veya tercihe sahip olursak olalım, başka siyasi görüş ve tercihlere sahip olanlara da saygı göstermek, ben, ben olduğum için değerliyim, sen de, sen olduğun için değerlisin demek zorundayız. Eğer herkesi kendimiz gibi yapmaya çalışırsak, öyle bir toplumda ne ilerleme olur, ne de gelişme olur.       Onun için bizim gibi olmayanı, bizim gibi düşünmeyeni ötekileştirmekten,  düşman görmekten, göstermekten, dışlamaktan kaçınalım. Hoşgörüyü, çoğulculuğu, bir arada yaşama niyetini öne çıkaralım. Kendimize belli bir mesafeden ve ironiyle bakarak, öteki ne özen gösterelim, yaşamın zenginliğine ve hikmetine saygı duymayı içeren etik bir yol haritası izleyelim. Hepimiz doğuştan bu meziyetlere sahibiz. Ama bu meziyetlere sahip olduğumuzu bilmek ve buna uygun hareket etmek bizi insan yapar. Bunu yapmadığımız, verili dünyanın reddi ve her türlü tahakkümün eleştirisi üzerinde temellenen tini tanımlayan edimin, benliğin ötesine geçip ötekinin tüm farklılığı içinde tanınması olduğunu kabul etmediğimiz, ötekinin varlığını, farklılığını, farklı olma hakkını, kişiliğini, özgürlüğünü, haklarını tanımamaya başladığımızda ne mi olur? Özgürlüğümüzü, sadece özgürlüğümüzü değil, vicdanımızı, aklımızı ve giderek insanlığımızı eksiltir ve hiç farkına varmadan bir tahakkümden bir başka tahakkümün kucağına itiliriz. Ötekini yok etmekle, ötekine göre tanımladığımız kendimizi de yok ederiz. Bütün bunların bedelini ise: sevgiden, aşktan, arkadaşlıktan, dostluktan, barıştan, içtenlikten, güvenden, güvenlikten, adaletten, şarkıdan, şiirden, neşeden yoksun iğreti hayatlar yaşayarak öderiz.    Değerli Meslektaşlarım, Devlet gücünün ve siyasal iktidarın sınırlandırılmasının en etkili aracı anayasal devletin/hukuk devletinin amacı; keyfi gücün yaratacağı tehlikeleri asgariye indirmek, yönetilenlerin, devlet gücünü kullananlara güvenle bakmaları demek olan hukuki güvenliği ve yine bireylerin yasaların kendilerini nasıl etkileyeceğini önceden bilmeleri ile meşru beklentilerinin korunması anlamına gelen hukuki öngörülebilirliği sağlamaktır. Hukuk devletini, otoriter veya yarı-otoriter rejimlerden ayıran husus, hukuk devletinin hak ve özgürlüklere sıkı şekilde bağlı bulunması ve bu bağlılığın iktidarın meşruiyetinin kaynağı ile ölçütü olmasıdır. Temel hak ve özgürlükler hukuken normatif bir statüye sahip olmakla, bu hak ve özgürlüklerin korunmasına ve güvence altına alınmasına uyulup uyulmadığı hususunun etkili bir denetime tabi tutulması gerekir. Bu statünün, güvenlik de dahil olmak üzere başkaca menfaatlerle takas edilmesi kural olarak kabul edilmemekle birlikte, çatışma durumunda yapılması gerekli tartma ve değerlendirme işleminin sıkı koşullara ve ölçütlere tabi tutulması gerekir.  Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki, terörle mücadele amacı ile Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nda değişiklik yapılarak polisin yetkilerinin artırılıp genişletilmesi az yukarıda işaret edilen çerçevede isabetli olmamıştır. Bu düzenleme, son zamanlarda ayyuka çıkan dinleme olayları ile Ergenokon soruşturmasında, işçi, öğrenci ve kadın eylemlerine karşı uygulanılan orantısız güç kullanımında görüldüğü üzere, devletin hukuk devleti niteliğini zedelemiş, örtülü bir polis devleti sürecini başlatmıştır. Bütün bu nedenlerle, CMK'da değişiklik yapılarak avukatlık mesleğinin alanının daraltılmaya ve buna bağlı olarak savunma hakkının kısıtlanmaya çalışılmasının, bu konudaki kazanılmış hakların geriye götürülmesinin karşısında olduğumuzu ve olacağımızı özellikle bilmenizi isterim. Hukuk devletinde hiç kimse ayrıcalıklı olmamakla, suç işleyen veya hakkında suç işlediğine ilişkin ciddi ve inandırıcı kanıt bulunan herkese dokunulur. Ne var ki, bu dokunmanın biçimi devlet gücü kullananlarca değil, yürürlükteki yasalar tarafından belirlenir. Aksine uygulama o devleti hukuk devleti olmaktan çıkarır, kanun devleti/polis devleti olmaya dönüştürür. Bütün bunlara karşı çıkmak en başta biz avukatların, baroların görevidir. O nedenle akil bir hukuk kuruluşu olarak asli görevimiz; her türlü hukuksuzluğa, hak ihlaline, adil yargılama hakkına aykırı uygulamalara, tedbir olmaktan çıkarılıp cezaya dönüştürülen haksız tutuklamalara, "büyük abi sizi gözlüyor" noktasına gelen, özel yaşamın gizliliğine müdahale aşamasını çoktan aşan usulsüz dinlemelere, teknik takiplere, demokrasiye musallat olan darbeci örgütlenmelere karşı çıkmaktır.     Barolar olsun, Türkiye Barolar Birliği olsun, Türkiye'nin şimdilerde içine sürüklendiği hesaplaşmaya entelektüel cephane taşıyan taraf konumunda olamaz, olmaması gerekir. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, sadece ve sadece hukukun, yanında, hukuk devletinin yanında, demokrasinin, özgürlüklerin yanında ve tarafında olur. Bu referanslara dayalı olarak topluma, halka önderlik eder, pozitif hedefler gösterir, iktidarı da, muhalefeti de hukuka, hukuk devletine uygun davranmaya davet eder.     Değerli Meslektaşlarım, Türkiye'nin en önemli sorunu hukuktur. Hukukun üstünlüğünü sağlamak, hukuk devletini egemen, etkin ve işlevsel kılmak, yargı bağımsızlığını ve yargıç tarafsızlığını kuvvetler ayrılığı ekseninde ve evrensel ölçülere uygun duruma getirmek, insan haklarını koruyabilmek, hak arama özgürlüğünün alanını genişletmek ve önündeki engelleri kaldırmak, adil yargılama ilkesini işlevsel kılabilmek, başta yönetenler olmak üzere yönetilenler üzerinde de adına zihniyet devrimi denilebilecek bir hukuka aidiyet bilincini yerleştirilmek, yani yöneten yönetilen herkesin kendisini hukukla bağlı sayacağı, hukukun üstünlüğüne inanacağı, bu değerleri içselleştireceği bir düzenin kurulması, bunun için de yargıda reform yapılması acil bir gerekliliktir. Herhalde yargı reformuna önce hukuk öğrenimi ve eğitimi ile başlamak ve buna Barolar ve Barolar Birliği olarak müdahil olmak gerekir. Yine avukatlık mesleğine kabulün mutlak olarak sınava bağlı tutulması,  avukatların meslek içi eğitimlerinin zorunlu hale getirilmesi, mesleki sorumluluk sigortası sisteminin kurulması, CMK, yani ceza kovuşturma ve davalarında uygulanmakta olan zorunlu müdafilik sisteminin acilen yeniden yapılandırılması, sistemi sadece hazırlık aşaması ile sınırlı tutarak ve ceza davasının açılması sonrasında ekonomik durumu kendisini avukatla temsil etmeye müsait olmayanlara bu hizmetin adli yardım kurumundan verilmesini sağlayacak yeni bir düzene geçilmesi gerekir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı hepimizin ortak güvencesi olmakla, yargının yasama organına, yürütme organına, devlete karşı ve yine kendi içerisindeki bağımsızlığı, yargıç tarafsızlığı anlamında yargının veya yargıcın ideolojik bağımsızlığı üzerinde en çok duyarlı olduğumuz, olmamız gereken bir husustur. O nedenle Barolar ve Barolar Birliği olarak bütün bu konularda, bundan önce olduğu gibi bundan sonrada duyarlı olunacağından hiç kimsenin kuşku duymaması gerekir. Değerli Meslektaşlarım, İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında 'zorbalıkla-kaba güçle' eş anlamlı olan ve o şekilde uygulanan hak arama özgürlüğü, günümüzde başta anayasalar olmak üzere, yasalarla, uluslararası sözleşmelerle tanınan, düzenlenen, kullanılabilen ve güvence altında olan bir özgürlüktür. Hak aramanın bağımsız ve tarafsız bir kurum olan yargı yolu ile elde edilmesi, aşama aşama gelişen ve gerçekleşen bir hukuksal aydınlanmanın sonucudur. Hak arama özgürlüğünün kullanılmasında ve korunmasında hukuki yardımda bulunan, bu amaçla bireyin yanında yer alan, bilgisini ve zamanını hak arayan kişi veya kişilere özgüleyen hak arama/savunma mesleğinin onurlu temsilcileri biz avukatlarız.   Böylesine onurlu ve saygın bir mesleğin sahibi olmamıza karşın, en başta kendimizden kaynaklanan nedenlerle toplum düzeyinde, halk nezdinde bulunmamız gereken yerde değiliz. Onun için hep birlikte ve el ele vererek yanlışlarımızı düzeltmemiz, her bir üyemizi cesaretlendirerek, coşturarak, onlarda var olan enerjiyi açığa çıkarmamız, mesleğimizi layık olduğu, hak ettiği konuma getirmemiz gerekir.       Türkiye Barolar Birliği bir meslek kuruluşudur ve bizim önceliğimiz meslek siyasetidir. Odaklanacağımız husus, kuruluş ve var oluş ruhumuzu harekete geçirmektir. Odaklanacağımız husus, mesleğimizdir, meslektaşlarımızdır,  mesleğimize, meslektaşlarımıza, Barolarımıza hizmettir, hukuktur, ülkemizde hukukun egemen ve üstün olmasıdır. Bunun için gerekli operasyonsal ve yönetimsel işlevleri gerçekleştirmek, organize etmek ve gerektiğinde yeniden organize etmektir.   Barolar olarak, Barolar Birliği olarak bize düşen görev; çağdaş yönetim anlayışının gerektirdiği kurumsal yönetim kurallarını uygulamak, en önemli kaynağımız olan meslektaşlarımızı verimli ve başarılı kılacak sistemleri oluşturmak, değişimin çok hızlı ve çok yönlü olduğu bugünün dünyasında, mesleki ve toplumsal fırsatları erken yakalayıp iyi değerlendirmek, mesleğimizin, ülkemizin ve insanlığın geleceği olan genç meslektaşlarımızın sorunlarına karşı duyarlı olmak, bu amaçla onların geleceğine yatırım yapmak, sorun çözücü bir yaklaşımla onları rahatlatacak, geleceğe güvenle bakmalarını sağlayacak, mesleğin alanını genişletecek projeksiyonlar ve projeler geliştirip uygulamak, yaptığımız işleri daha da iyileştirmek, hep beraber el ele vererek daha etkin çalışmak ve böylece yaratacağımız sinerji ile Barolarımızı, Birliğimizi ve mesleğimizi yüksek değer yaratan bir topluluk haline getirmektir. Son bir söz; seçilirsem eğer, burada ifade ettiklerimin, seçim kitapçığımda yer verdiklerimin gerçekleştirilmesi için çaba sarf edeceğimden emin olabilirsiniz. Daha da önemlisi birleştiren olacağımdan, kucaklayan olacağımdan, enerji veren ve alan olacağımdan, her bir baronun ve her bir meslektaşımızın yanında, arkasında olacağımdan emin olabilirsiniz. Seçim ve takdir sizin, bize sadece sizlerin tercihine saygı duymak düşer, öyle de olacaktır.        Beni sabırla dinlediğiniz için, hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. Av.V.Ahsen Coşar                <-->
Tarih : 14.06.2010
Okunma : 1728

© 2024 - Giresun Barosu

Adres : Çıtlakkale Mah. Atatürk Bulvarı No.121/1 - GİRESUN / Telefon: 0454 215 76 57 / Faks: 0454 215 76 58)
Adli Yardım Bürosu: 0 454 215 76 69 | Sosyal Tesis : 0 454 215 76 69 / D:17
E Posta : giresunbarosu@gmail.com | KEP Adresi: giresunbarosubaskanligi@hs01.kep.tr
E-Tebligat Numarası: 35366-96939-85090
Giresun Barosu Union of Black Sea Countries Bar Association (BCBA) üyesidir.